M. Akif İnan Beyefendi |
Tanzimat’tan Önce Genel Durum ve Yenileşme Hareketi
15. Yüzyılın ikinci yarısında dünyanın en büyük ve güçlü devleti durumuna gelen Osmanlı İmparatorluğu, tarihinde en geniş sınırlara 1592’de ulaşmıştı. III. Murat’ın devrine rastlayan bu büyük gelişme dönemimizde önem sırasına göre bizden sonra gelen öteki büyük devletler: İran, Hindistan, Çin, İspanya, Almanya, Fransa, İngiltere, Türkistan, Güney Hindistan, Venedik ve Rusya’dır. 20 milyon kilometre kareye varan Osmanlı topraklarında, yaklaşık olarak 100 milyon insan yaşamaktadır. 13 milyon kadarı Türk olan bu nüfusun resmi eğitimi ve dili Türkçedir. Devlet yöneticilerinin çoğu deha çapında kişilerdir. Çağının kültür ve sanatını Osmanlı İmparatorluğu temsil etmektedir.
Edebiyatımız, yerli yerine oturmuş bir durum gösterir. Divan şiiri, kılı kırk estetiğiyle mücerredin en çarpıcı örneklerini vermiş; mimari, yakaladığı sonsuzluğu mekânda anıtlaştırmıştır. Kısaca, 17. yüzyıla kadar bütün sanatlar, İmparatorluğun ululuğundan bir kesit gibidir.
Bununla birlikte gerilemelerin başlangıcı, nasıl yükselmelerin içine kadar uzanırsa, 17. yüzyılla başlayan duraklamanın ipuçları da, dünyanın en büyük devleti olduğumuz 16. yüzyılın sonlarına kadar gider. Ordu ve devlet yapısında bozulma, devşirme kanununa saygısızlık, sipahi ocağının önemini yitirmesi, Celali isyanları bu döneme rastlar. Fakat imparatorluğun sağlam esaslar üzerine oturtulmuş olması, yine onu 18. yüzyılın ikinci yarısına (1769) kadar dünyanın en büyük ve güçlü devleti olarak ayakta tutacaktır. Önem sırasına göre 18. yüzyıl bu devirde bizden sonra diğer devletleri: Fransa, İngiltere, Çin, İran, Almanya, İspanya, Rusya’dır.
Osmanlı duraklamasını yaşamakta, fakat hâlâ büyük. İmparatorluğun artık bir duraklama dönemine girmiş olduğunu anlayan ilk padişah III: Mustafa (1757–1774) olmuştur. Bazı ıslahat hareketlerine girişilmiş, kara ve deniz mühendis haneleri onun zamanında kurulmuştur. III. Selim’in, birçok ıslahatçı fikirleri kendisine, babası III: Mustafa’dan intikal etmiştir. Eğer zamanında Türk-Rus savaşı çıkmamış olsa ve ömrü yetse idi, sanırız ki, tarihimizin en önemli ıslahatını III. Mustafa yapacaktı. Kendisinin zamanında yapılacak olan ıslahatla, daha sonraları gerçekleştirilen ıslahatlar arasında büyük anlayış farkı vardır. Çünkü o, ıslahatı bir başka devleti ve yönetimi esas alarak değil, kendi kaynaklarımızdan yararlanarak yapmayı düşünmüştü. Zamanında ve kaynaklarımızı esas tutarak yapılan ıslahatın, meselelerimizi çözmede daha çok başarılı olacağı tabidir. Millî yapımızı, millet özelliklerimizi, şartlarımızı göz önünde bulunduran bir yenileştirme hareketinin ancak meselelerimizi çözmede en uygun bir yol olacağına inanıyordu. Aslında III. Mustafa’nın bunu düşünmüş olması biraz da bizim o zaman dışımızda bulunan devletlerden hiç birisinin kendilerine örnek alabileceğimiz bir mükemmellik içerisinde bulunmaması gerçeğine dayanır. O zaman, böyle bir yenileştirmenin, ıslahatın gerçekleştirilmesi hele buharın endüstriye uygulanmasıyla gide gide batının daha büyük gelişmeler kaydederek bize örnek aldırtacak kadar önem kazanmasına yol açmıştır. Böylece Üçüncü Mustafa’nın ıslahat anlayışı sonraları biçim değiştirmiş olarak devam etmiştir. Ondan bir kıtayı alıyoruz:
'Yıkılıptır bu cihan sanma ki bizde düzele
Devleti çerh-i deni verdi kamu mübtezele
Şimdi ebvab-ı se’adette gezen hep hazele
İşimiz kaldı heman merhamet-i lemyezele'
Tarihimizde, bazılarınca ıslahat hareketlerin ilk defa girişilen dönem olarak lale devri gösterilir. Aslında Lale Devri diye tarihimizin bir dönemini adlandırmak, bir fantezidir.
Devlet bünyesinde hiçbir inkılâbın yapılmadığı savaşlardan yılgınlık duyan yönetici kadronun ne pahasına olursa olsun barışı sağlayarak kendilerini eğlenmeye vermeleri, bu arada matbaanın kurulmuş olması, ıslahat diye adlandırılamaz. Islahata başlangıç aranıyorsa bunu ancak, önce fikir ve sonrada çok küçük aksiyon olarak, bir başka anlamda söylediğimiz gibi, III. Mustafa devrini göstermeliyiz. Bir ıslahat dönemi olarak sayılmasını yanlış bulduğumuz Lale Devri (1703–1730) daha önemli olarak hatta III.Mustafa’dan önce, ıslahat kılıklı bazı hareket ve dönemlere de rastlamaktadır. Uygulanamamış veya tam başarılı olamamış bulunmakla beraber, I. Ahmet (1603–1617) ve IV.Murat’ın (1622–1640) memleket yönetimi için kabiliyetli kişiler seçmeleri, maliyeyi, orduyu yeni baştan gözden geçirmeleri, Celali İsyanları’nı bastırmaları gibi tasarruflarla, II. Osman’ın ( 1618–1622) hiçbir başarı kazanamayan, fakat üzerinde durulmaya değer tasarılarıyla, özellikle II.Mustafa’nın ( 1695- 1703) Osmanlı tarihinde ilk defa olarak silsile içinde memleket yönetiminin yorumunu yapan ve ciddi fikirler ileri süren hattı hümayunudur. Fakat bunların hiç biri, artık donmuş bir hal alan koca İmparatorluk bünyesini yenileyici, ona hayat verici nitelikte olamamıştır.
Buna, Türk’e karşı hiçbir zaman haçlı zihniyetinden vazgeçmemiş olan dış düşmanların tutumlarıyla, içte büyük çaplı ve gözü kara bilgin ve yönetici neslin artık yetişmemesi sebep olarak gösterilebilir.
Tanzimat’a kadar yapılan bu küçük ıslahat hareketleri daha çok ordu ve biraz da idarî disiplin ile ilgili bazı tasarruflar niteliğindedir. Yeni şartlara uygun olarak devlet yapısında ve öteki kurumlarda köklü değişiklikler yapılmamıştır. Tanzimat ortamına girdiğimiz III. Selim ve II. Mahmut devrindeki ıslahatlarda bu özellikler de görülmekle birlikte arada çok büyük farklar vardır. III. Selim’le birlikte düşünülen ve yapılacak olan ıslahatlarda artık yeni ve bambaşka bir hüviyet görülecektir: Batı örnek tutulmaya başlanmıştır. Tanzimat’ı hazırlayan bu hareketlerde, “nevi şahsına münhasır”; kendi varlığımızdan ve kaynaklarımızdan devşirilen, yerli düşünceye dayalı olarak problemlerimizi çözümlemeyi hedef tutan bir hüviyetten çok, bizden ileri gördüğümüz batının düzenine, kurumlarına göre biçim alma çabası vardır.
19. yüzyıl başlarında siyasî durumumuz şöyledir: Çeyrek yüzyıla yakın bir zamandan beri Osmanlı, dünyanın bir numaralı devleti değildir. Osmanlı; Fransa, İngiltere ve Rusya’dan sonra artık dördüncü sırayı tutmakta. Nüfusumuz 64 milyona, yüz ölçümümüz ise 12 milyon kilometre kareye düşmüştür. Zamanlarının güçlü devlet adamları olarak gördüğümüz III. Murat, I. Ahmet, II. Osman, IV. Murat, II. Mustafa, III: Ahmet, I. Mahmut, III. Mustafa, I. Abdülhamit, III.Selim, II. Mahmut gibi padişahlarla, Köprülü Ahmet, Özdemiroğlu Osman, Tarhuncu Ahmet, Merzifonlu Kara Mustafa Paşalar gibi vezirlerin almış oldukları tedbir ve disiplin hareketleri, birer büyük ıslahat özelliğini taşımaktadır. Büyük ve köklü ıslahat teşebbüs, bilindiği gibi, III. Selim ve II: Mahmut zamanlarında olmuştur. Bunlarla yüzümüz artık batıya çevrilmiştir. Düşünülen ıslahatın modeli batıdadır. Fakat tamamen batılı bir ıslahat düşünülmesine rağmen, eski müesseselerimizi söküp atamamışlardır. Yeni kurulan müesseselerle eskileri yan yana yaşamaktadır. Eski kurumların ıslahı ciddî düşünülmemiş, yenileri ise, tam batılı bir karakter gösterememiş, verimli olamamıştır. Bu iki ayrı müessese durumu, Tanzimat’ın ve daha sonralarının da özelliklerinden olarak devam edecektir. Böylece, devlet bütünlüğü, içinde yaşanılan buhrandan kurtarılmış; kurtarmaya doğru atılan her adım, onun çökmesini çabuklaştırmıştır. III. Selim’e kadar ki, disiplin, Abdülmecid’e kadar yapılan ıslahat, sonra Tanzimat, sonra Meşrutiyet hareketlerinden hiç biri, devletin, milletin büyük kayıplarına engel olamamıştır.
Bu metin Merhum M. Akif İnan Beyefendi'nin "Edebiyat ve Medeniyet Üzerine" kitabından iktibas edilmiştir.
Yorumlar
Yorum Gönder