Ana içeriğe atla

Kemalizm'in fikir mimarı olarak Tekinalp yahut Bay Kohen



Moiz Kohen

"Osmanlı denen şey, Türk'ü nesiller boyu köleleştiren bir hâkimiyettir...

 1920'lerin sonundan 30'ların ortalarına doğru Kemalizm'i bir dünya görüşü olarak benimseyen, Türkçülük ideolojisine inanan ve o günlerin "disiplin, terbiye ve şef söylemleri” ile barışık bir aktör dikkatimizi çeker: Selanik doğumlu, avukat ve muharrir Munis Tekinalp. Bir Osmanlı Yahudi'si olarak 1883'te Serez'de doğmuş, 1961 'de Fransa'nın Nice şehrinde ölmüş Tekinalp'in asıl adı Moiz Kohen olup, Cumhuriyet döneminde Munis Tekinalp adını kullanmıştır. Tekinalp, 1908'de İttihat ve Terakki üyesi, 1909'da Hamburg'da Dünya Siyonist Kongresi'nde Selanik delegesi, Türkleştirme (1928), Kemalizm (1936) ve Türk Ruhu (1944) kitaplarının yazarıdır. Tekinalp hakkında 1984 tarihli M. Landau'nun bir kitabı ve Liz Behmoaras'ın 2005 yılında yazdığı biyografik bir romanı bulunmaktadır. Bunun dlşında hakkında yazılmış makale ve eserler oldukça sınırlıdır. Ocak ayında Rıfat Bali'nin Libra'dan Bir Günah Keçisi: Munis Tekinalp isimli 3 ciltlik bir eseri yayınlandı. Bali, Tekinalp'in Kemalizm, Türkleştirme gibi kitaplarından ve bu çerçevedeki tartışmalardan tanındığının, hâlbuki onun şehircilik, iktisat ve sosyoloji gibi konularda da kayda değer bir birikimi olduğunun altını çizerek bu 3 cildin içinde yazarın hem günlüklerini, hem de çeşitli konulardaki makalelerini yayınlıyor. Ciddi ve titiz bir arşiv çalışmasına dayanan 3. cilt ile Tekinalp'in biri Fransızca, diğeri Osmanlıca olmak üzere iki günlüğünün yayınlandığı 2. cilt bizzat yazarın halet-i ruhiyesine aracısız ulaşma imkânı sağladığı için bugüne kadarki Tekinalp tartışmalarına da yeni bir boyut getirmesi kaçınılmaz. Metne, Bali'nin titiz, yol gösteren, belgeleyen fakat mesafeli üslubu hâkim. Dikkatle seçilmiş yazılar, titizlikle kondurulmuş dipnotlar, atlanmayan ayrıntılar ve konuşan belgeler... Ancak Tekinalp'in günümüzde ve yakın geçmişte nasıl algılandığı konusuna değindiği ilk cildin son bölümünde Bali'nin alışık olduğumuz, satır aralarında hissedilmeyen üslubu yerini suçlayıcı ve kızgın bir tona bırakıyor. Zira ilk iki bölümde "Bırakın belgeler konuşsun!” diyen yazar, bir anda A'il B'li C'li kategorilerle karşımıza çıkıveriyor.

Tekinalp, "bir dönme ideolojisi olan Kemalizm”in mimarı mı?

Rıfat Bali'nin temel tezine göre; İslamcılar/ sağcılar, Kemalizm'le olan problemlerini 5816 sayılı "Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkındaki Kanun” yüzünden açıkça ifade edemedikleri için Tekinalp'i bir "günah keçisi” olarak hedef seçiyorlar. Bu çerçevede Kemalizm'in bir dönme ideolojisi olduğuna inanmakta ve bütün bunların mimarı olarak Tekinalp'i görmektedirler. Ayrıca İslamcı/sağcı kesim Tekinalp'i, Semitizm ve Yahudi nefretini açığa vurmak için bir araç olarak da görmekte. Bu çerçevede Bali'ye göre İslamcı/ sağcı çevreler ırkçı, kendinden başkasını kabullenmeyen, cahil, gülünç, saçmalık dolu tezler ve yanılsamalar üretiyorlar. Bali elbette bu söylediklerine emsal teşkil edebilecek örnekleri de sunuyor. Lakin Bali'nin gösterdiği örnekler üzerinden bu derece genellemeci bir sağcı/islamcı kesim analizi yapması adeta bir hesaplaşma. Verilen birkaç örnekle bu kadar homojenleştirici bir okuma yapmak yerinde midir? Mesela sık sık alıntılanan Mehmet Şevket Eygi bütün İslamcıların temsilcisi midir? Bali'nin de belirttiği gibi İslamcıların bir Kemalizm karşıtlığı olduğu aşikârdır. Ayrıca yakın tarihte yeşerip de küllenmemiş bir İsrail karşıtlığı da bulunmaktadır. Ama İslamcıların birinden salt Yahudi olduğu için nefret ettiğini söylemek pek hakkaniyetli olmaz. Peki, İslamcıların Tekinalp nefreti, Yahudi olduğu için mi, Kemalist olduğundan mı, yoksa Tekinalp hakikaten sadece öfke kanalize edilen bir günah keçisi mi? Tekinalp, Yahudilerin intibak meselesinde Emanuel Karasu gibi diğer Yahudilerden farklı olarak Türkleştirilmeyi savunmuş ve Kemalist Yahudi kimliğini oluşturacak bir formülden bahsetmiştir. Kemalizm kitabında da anlattığı gibi Tekinalp'e göre bu yeni ideoloji, yeni bir devlet ve yeni bir Türk'ü yaratmayı amaçlayan, geçmişten kopuşu temsil eden bir ideolojidir ve hem Osmanlı'dan Türk'e dönen, hem de Yahudi'yken Türkleşmesi gerekenler için ortak bir paydadır. Atalar ruhuna geri dönüşü simgeleyen ama aynı zamanda laik bir düzen getirmeyi ilan eden Kemalizm, Tekinalp için yeni bir Yahudi kimliği inşasında hatırı sayılır bir ideolojidir. Tekinalp'in farklı dinden ve ırktan gelen Yahudilerin ve Türklerin ortak bir ülküde ve kimlikte buluşabileceğine inanmasının tek koşulu vardır: Laiklik. İşte bu sebeplerle laik bir sistemin coşkulu savunucularından biri olması İslamcılar tarafından ilk şerh düşülecek noktalardan biridir. 

Türk'ün laik peygamberi... 

Ayrıca Tekinalp'in fikirlerinde Yahudi olduğu için değil, ama Kemalist olduğu için bir İslamcı açısından hazzedilmeyecek pek çok nokta da bulunur. Tekinalp'e göre Atatürk, Türk'ün laik peygamberidir. Türk kültürü Osmanlıların altında bir esaret dönemi geçirmiştir. Şark medeniyeti denen şey, Şarkî Roma'dan geçmiştir ve yanlışlıkla İslam medeniyeti denmiştir. Hatta Tekinalp Türklerin Kemalizm'e kadar ahlakî ve entelektüel açıdan kendilerine ait hiçbir şeylerinin olmadığım bile iddia eder. Osmanlı denen şey, Türk'ü nesiller boyu köleleştiren bir hâkimiyettir... Üstüne bir de kitaplarının birine, dozu artırıp "Kahrolsun Şeriat'' diye bir başlık da ekler. Bu başlık ise İslamcı yazarlar tarafından nefretle anılır. Aslında tüm bunlar Tekinalp'in otorite sevdası, tepeden inme modernleşme arzusu, rejim histerisi ve kraldan çok kralcılığı yani tipik 30'ların yansımasıdır. Elbette fakir bir tarihsel okuma ile bütün bunlar üzerinden komplo teorileri üreterek Tekinalp'e yüklenmek, Bali'nin dediği gibi bir günah keçisi yaratmaktır. Şöyle bir şey var, nasıl ki Tekinalp'i anlamak bir dönem okuması yapmayı gerektirirse, aynı şekilde Abdurrahman Dilipak, Mehmet Şevket Eygi gibi yazarların aralarında bulunduğu İslami kesim için de bir dönem okuması yapmak gerekir. Bu insanların tutumları, o güne dek gazı alınmamış bir Kemalizm karşıtlığı ve terörize edilmemiş bir Siyonizm aleyhtarlığı olarak okunabilir. Bali eğer "İslamcı kesim böyledir" demek yerine İslamcı kesimde, özellikle kullandığı gazete ve internet sitelerinde başka konuların nasıl bir üslupla tartışıldığını biraz takip etmiş olsa idi, her şeyi Yahudi komplosu diyerek kestirip atmanın bu kesim için çok yaygın bir tepkisellik olduğunu da görecekti. Bu bir tavırdır, tutumdur; beğenilir ya da beğenilmez. Ama soğukkanlı bir inceleme kitabında "İslamcılar ve sağcılar bu şekilde nefret üretir”, "Anti-semitiktir", "Cahil cahil saçmalar" türünden tezler çıkarılır mı, bu tartışılır.. 

İslamcı saplantıların gerçek sebebi ne? 

Bali'nin İslamcılarla Türkçüler arasındaki sınırları çok net ayırabildiğinden, İslamcı kesimin fraksiyonlarından ve son 10 yıl içindeki gelişimlerinden haberdar olduğuna çok da emin değilim. İslami kesimin yorumlarına "cahil, gülünç ve aşırı” derken, ne hikmetse 30'ların belgeleri arasına sızıp böyle yorumlar yapmıyor. Bence İslami kesimin saplantıları, 30 ve 40'larm saplantılarından daha korkunç ve gülünç değildir. Hele ki İslamcı saplantılar insanların göçe zorlanmasına, fakirleştirilmesine ve itibarsızlaştırılmasına sebep olmamıştır. Azınlıkların bu ülkede yaşadıklarını düşünürsek Tehcir, Mübadele, 6-7 Eylül olayları ve "Varlık Vergisi” gibi bütün bu meselelerin İslamcılarla hiçbir alakası yoktur. Bu tarz bir tartışmayı azınlık nefreti üzerinden yürüteceksek, mezkûr olayların yarattığı yıkıcı etki karşısında, bahsi geçen İslamcı yazarların cehaleti laf-ı güzaf kalır. Önyargı ve bilgisizlikten öteye gitmeyen diğer saplantıların Yahudi nefretinden ziyade Tekinalp'in Kemalistliği yüzünden anti-Kemalist reflekslerle ve İsrail karşıtlığı ile çok ilgisi olduğu düşünülebilir. Sonuç olarak Bali, ilk cildin son bölümünde özellikle İslamcıların/sağcıların mesela "Tekinalp'in Yahudiliğini gizleyen bir dönme olduğu", "Sami Kohen'in Moiz Kohen'in akrabası olduğu” gibi pek çoğu maddi bilgi hatasını ve yanlış okuma tezlerini ortaya seriyor, yanlışlıyor. Ama keşke bunu diğer bölümlerdeki serinkanlı üslubu ile toptancı bir kesim analizine dökmeden yapsaymış! Zaten eklenen belgeler nefreti de cehaleti de aracısız gözler önüne serebiliyor.

2012 senesi Nisan ayında Derin Tarih mecmuasının MERYEM İLAYDA ATLAS  isimli nâşirini tarafından neşr edilmiş olan 'Bir kısır döngüdeyiz bay Tekinalp' makalesinden iktibas edilmiştir.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir küfür kumkuması olarak Kur’aniyyun

Bismillahirrahmanirrahim… Ehl-i Sünnet’in, kökü ilk ve orta asırlarda aranabilecek çağdaş tefsir akımlarından biri de Kur’aniyyun veya Ehl-i Kur’an cereyanıdır. Bu akım din içi ve dışı görüşlerden etkilenerek dini öğrenmede Kur’an’ın yeteceğini savunup Sünnetin rolünü inkâr ederek yayılmıştır. [1] Hicrî ikinci yüzyılın sonlarında halifelerin siyasi hareketinden sonra mevcut metinlerin en eskisinde, yani Şafiî’nin  Kitabu’l-Ümm ‘ünde “Babu Hikayeti Kavli’t-Taifeti’l-leti Reddeti’l-Ahbaru Küllüha” başlıklı bir bab açılmıştır. (Şafiî, 7/28). Şafiî Sünnet’i inkar eden kesimden kimi kastettiğini net olarak belirtmediğinden onun muradını tayin etmek araştırmacıların ele aldığı konu olmuştur. Bazıları bu kesimin Basra Mutezilesinden bir grup olduğunu öne sürmüş (Hadarî, 185; Sebaî, 148), kimisi o asırdaki Haricilerden bir grup olarak göstermiş (İlahîbahş, 95; A’zamî, 1/23), bazısı da, Şiiler Sünnet’i ve Nebi’nin (s.a.a) paha biçilmez mirasını korumaya kendini adamasına rağmen (İbn Sa’d, 4/2

Bel fıtığı nedenleri nelerdir? Bel ağrısı neden olur?

   Bel fıtığı nedenleri nelerdir? Bel ağrısı neden olur? Bel fıtığı , bel bölgesindeki disklerin sıkışması, yırtılması veya çıkması sonucu ortaya çıkan bir durumdur. Bu rahatsızlık, bel bölgesinde ağrı, uyuşma, karıncalanma, güçsüzlük veya kasılma hissi gibi belirtilerle kendini gösterir.  Peki, bel fıtığı neden olur? Yaşlanma: İlerleyen yaş, fıtığa neden olan birincil faktördür. Yaşlandıkça, bel bölgesindeki diskler sertleşir, kuru hale gelir ve daralır. Disklerin bu durumu, disklerin yırtılması veya sıkışması ile sonuçlanabilir. Zedelenme: Bel bölgesindeki diskler, çeşitli nedenlerle zedelenebilir. Bunlar arasında düşme, kaza veya spor yaralanmaları yer alır. Bu tür zedelenmeler, disklerin sıkışmasına, yırtılmasına veya çıkmasına neden olabilir. Kötü Duruş: Kötü duruş, bel bölgesindeki disklerin zayıflamasına ve yıpranmasına neden olabilir. Bu durum, uzun süreli oturma veya ayakta durma gibi hareketsizliklerden kaynaklanabilir. Aynı zamanda, bel bölgesindeki aşırı esneme veya bükülm

Kur’aniyyun’un Kur’an’ı Anlama ve Tefsir Etmede Sürüklendiği Temeller

  Kur’aniyyun ve kollarının kendi içindeki görüş ayrılıklarına rağmen eserleri ve görüşleri incelendiğinde görülecektir ki, bu akımın Kur’an’ı anlama ve tefsir etmede kullandığı vazedilmiş prensip ve ilkeler şunlardır: Kur’an’daki hakikatlerin tafsilatlı kapsayıcılığı, Kur’an’ı anlamanın mümkün olması ve üzerinde düşünme ve akletmeye izin verilmesi sayesinde dinî ahkam ve öğretilerde belirsizlik bulunduğunu red, Kur’an’dan dinî öğretileri anlamada Sünnet’in rolünü inkâr. Bu prensipleri özetleyerek tahlil ve tahkik edeceğiz. 1. Kur’an’daki Hakikatlerin Tafsilatlı Kapsayıcılığı Bu akım, Kur’an’ın dinî tüm ihtiyaçların ayrıntılarını ve açıklamalarını içerdiğine ve esas itibariyle Sünnet’e ihtiyaç bulunmadığına inanmaktadır. (İlahîbahş, 107; İbn Kırnas, 4). Örnek vermek gerekirse, Abdullah Cekralevi,  Burhanu’l-Furkan alâ Salati’l-Kur’an  kitabında beş vakit namazın detaylarını Kur’an’dan çıkarılabileceğini ispatl

Âsilerin Çocuğu Tanzimat

M. Akif İnan Beyefendi   Tanzimat’tan Önce Genel Durum ve Yenileşme Hareketi 15. Yüzyılın ikinci yarısında dünyanın en büyük ve güçlü devleti durumuna gelen Osmanlı İmparatorluğu, tarihinde en geniş sınırlara 1592’de ulaşmıştı. III. Murat’ın devrine rastlayan bu büyük gelişme dönemimizde önem sırasına göre bizden sonra gelen öteki büyük devletler: İran, Hindistan, Çin, İspanya, Almanya, Fransa, İngiltere, Türkistan, Güney Hindistan, Venedik ve Rusya’dır. 20 milyon kilometre kareye varan Osmanlı topraklarında, yaklaşık olarak 100 milyon insan yaşamaktadır. 13 milyon kadarı Türk olan bu nüfusun resmi eğitimi ve dili Türkçedir. Devlet yöneticilerinin çoğu deha çapında kişilerdir. Çağının kültür ve sanatını Osmanlı İmparatorluğu temsil etmektedir.  Edebiyatımız, yerli yerine oturmuş bir durum gösterir. Divan şiiri, kılı kırk estetiğiyle mücerredin en çarpıcı örneklerini vermiş; mimari, yakaladığı sonsuzluğu mekânda anıtlaştırmıştır.  Kısaca, 17. yüzyıla kadar bütün sanatlar, İmparatorluğun

Patrik Gregoryosun Rus Çarı Aleksandra yazdığı mektub

  Osmânlı devletinde Rus sefîr i olarak uzun seneler çalışan İg natiyef, hâtıraların­da, sultân ikinci Mahmûd hân zemânında. Fener Patrikhanesinin kapısında asılan, 1237 [m. 1821] Rum isyânının baş planlayıcısı, Patrik Gregoryosun Rus Çarı Aleksandra yazdığı mektubu açıklamakdadır.Mektûb ibret vericidir: Türkleri maddeten ezmek ve yıkmak gayr-i mümkindir. Çünki Türkler,müs limân oldukları için çok sab ı rlı ve mukavemetli insanlardır.Gayet mağrûrdurlar ve izzet-i imân sâhibidirler. Bu hasletleri, dinlerine bağlılıklarından, k adere rızâ göstermelerinden,an anelerinin kuvvetinden,pâdişâhlarına[devlet adamlarına,kumandanlarına, büyüklerine] olan itâ'at duygularından gelmekdedir. T ürkler zekîdirler ve kendilerini müsbet yolda sevk-u idârc edecek reislere sâ hib oldukları müddetçe de çalışkandırlar.Gâyet kana atkardırlar.Onların bütün meziyyetleri,hattâ kahramanlık  ve şecâ’at duyguları da an’anelerine olan merbû tiyyetlerinden (bağlılıklarından), ahlâklarının salâbetinden gelmekded

Beklenen nesil!

       Rabbime hamd, O’nun mücadele ve takvada örnek Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e salât-u selam, başta Allah Rasulü ’nün talebeleri, davanın ilkleri olan ashabına ve bu davaya hizmet etmiş ve eden tüm dava kardeşlerime selam ederek başlıyorum. Tarih boyunca peygamberlerle mücadele eden, vahye değil nefsine uyan insanlar Allah Azze ve Celle’den bağımsız olmak ve mutlak özgürlüğe sahip olmak istemiş, sonunda özgür olacağına nefsinin kölesi olmuş ve gayrı medenî ve huzursuz bir toplum meydana getirmişlerdir. Bugün de insanın Allah Azze ve Celle’nin yol göstermesine ihtiyacı olmadığını, aklın ve bilimin insana yeterli olacağını iddia eden batı medeniyetinin, insanı ne hale getirdiği ve bilimin insanı medenî yapamadığı artık açıkça görülmektedir. Batılı insan, insanı tanımadan medeniyet esasları ortaya koymuş ve insanı bozmuştur. Kur’an’ın ifadesiyle " en güzel surette yaratılmış olan insanı"  “aşağılıkların en aşağılığı” haline çevirmiş, huzuru götürmüş, insanı kendin

arzuhâl / عَرْضُحَالْ…

  MUKADDİME Bismillahirrahmanirrahim… Hamd kendi yolunda kalem ve kelamıyla bizleri mücadeleye memur kılan Allaha; Salat-ü selam bu aziz mücahede ve mücadelenin ne idüğünü, nedenliğini ve nasıllığını genelde ümmetin özelde ise öncü neslin akıl ve ruhuna irad ile tebliğ eden Rasulullah’a; muhabbet ise ahir zamanın şirk menşeili hezeyanına iman ve ihlas ile muhalefet eden, bütün hayat standartlarını bu muhalefete endeksleyen ve bu muhalefeti ayakta kalabilmek için tek müsebbib addeden kardeşlerimin üzerine olsun.   Hepimizce malumdur ki ümmetimiz emperyalizma ve komunizma kılıfı altında en azından 200 yıldır sömürülmektedir. Tabi bu nicelik ifade mevzuuya sathi ve sığ perspektiften bakanlar için böyledir. Yoksa insanlık Adem aleyhisselamdan beri şirk ile sömürülmüştür zaten. Biz bize inen İslam tarihinde ki sömürülmenin vaki olduğu hadisatı şerh ve neşr etsek yeterli miktarda kağıt ve mürekkep bulmakta zorlanırız . Ki "kim, kimleri, kimlerle, nasıl, neden, nerede maddi ve ma