Ana içeriğe atla

Beklenen nesil!

       Rabbime hamd, O’nun mücadele ve takvada örnek Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e salât-u selam, başta Allah Rasulü ’nün talebeleri, davanın ilkleri olan ashabına ve bu davaya hizmet etmiş ve eden tüm dava kardeşlerime selam ederek başlıyorum.

Tarih boyunca peygamberlerle mücadele eden, vahye değil nefsine uyan insanlar Allah Azze ve Celle’den bağımsız olmak ve mutlak özgürlüğe sahip olmak istemiş, sonunda özgür olacağına nefsinin kölesi olmuş ve gayrı medenî ve huzursuz bir toplum meydana getirmişlerdir. Bugün de insanın Allah
Azze ve Celle’nin yol göstermesine ihtiyacı olmadığını, aklın ve bilimin insana yeterli olacağını iddia eden batı medeniyetinin, insanı ne hale getirdiği ve bilimin insanı medenî yapamadığı artık açıkça görülmektedir.

Batılı insan, insanı tanımadan medeniyet esasları ortaya koymuş ve insanı bozmuştur. Kur’an’ın ifadesiyle "en güzel surette yaratılmış olan insanı" “aşağılıkların en aşağılığı” haline çevirmiş, huzuru götürmüş, insanı kendine ve başkalarına zarar verir hale getirmiştir. Bilimi ve modern hayatı medenî hayat zannetmiş ve zannettirmeye çalışmıştır. Hâlbuki bilimin görevi insanı reşit ve medenî yapmak değil, insanın hayatını kolaylaştırmaktır. Modern hayat başka, medenî hayat başkadır. İnsanı medenî yapacak olan, insanı yaratan Allah Azze ve Celle’nin gönderdiği din ve koyduğu medeniyet esaslarıdır. Çünkü medeniyetin esaslarını, insanı ve kâinatı en iyi tanıyan zât koymalıdır ve O Allah Azze ve Celle’dir. İnsan maddeyi kısmen tanımışsa da insanı hala tanıyamamış, dolayısıyla insana uygun esaslar koyamamış ve problemli bir dünya meydana getirmiştir. Çünkü insanı çözmek maddeyi çözmek kadar kolay değildir. Onun için Allah Azze ve Celle: “Doğru yola iletmek bize aittir” (1) buyurur.

Şehit Seyyid Kutub’un da ifade ettiği gibi; “Batının değerleri tükenmiştir.” Daha doğrusu zaten insana uygun değerleri hiçbir zaman da olmamıştı. Vaat ettiği sadece demokrasidir ve demokrasinin sonuçları da bugün dünyada görülmektedir. Demokrasi, baskı ve zorbalıklara karşı olup fikir özgürlüğünü savunurken, İslam’a sınırlı, bâtıla ve günahlara ise sınırsız ve mutlak bir özgürlük vermiş, ölçüyü kaçırmış ve insanı bozmuştur. Hâlbuki sınırsız ve mutlak özgürlük sadece Allah Azze ve Celle’ye aittir. İnsan, Allah Azze ve Celle’nin dünyasında onun verdiği nimetlerle yaşayıp sonra da sınırsız özgür olamaz.

Bediüzzaman (Rahimehullah) sâdıka bir rüyada; Evliyaullah meclisinden birinin “Şeriat neden şu medeniyeti reddeder” sorusuna cevap verirken der ki: “Çünkü 5 menfi esas üzerine kurulmuştur. 

1- Dayanak noktası kuvvettir. Kuvvetin tabiatı ise; tecavüzkâr olmaktır. 

2- Hedefi menfaattir. 

3- Hayatta prensibi kavgadır.

4- Kitleler arasındaki bağı ırkçılıktır. 

5- Cazibedâr hizmeti, heva ve hevesi tahriktir. Heva ise; insanı meleklik derecesinden köpeklik derecesine indirir. İnsanın maneviyatının silinmesine sebep olur. Bu medenîlerden çoğu, eğer içi dışına çevrilse, kurt, ayı, yılan, hınzır, maymun postu görülecek gibi hayale gelir. İşte onun için, bu medeniyet beşerin yüzde seksen’ini meşakkate ve şekâvete atmış, yüzde onunu sahte saadete çıkarmış, diğer yüzde onunu da ikisinin arasında bırakmıştır...”(2)

          Batı medeniyeti insanı Allah Azze ve Celle’ye kulluktan uzaklaştırmış, nefse, ideolojilere ve liderlere kul yapmış, insanlık şerefinden mahrum etmiş, dünyasını da ahiretini de berbat etmiştir. İslam medeniyeti, bu medeniyetin verdiği zararları telafi edecek tek medeniyettir, çünkü Allah Azze ve Celle’dendir. Bu medeniyeti kuracak olanlar da her memleketin öncüleri ve onların izinden gidecek olan öncü nesilleridir.

         Öncü nesil; Firavunların zulümlerine karşı Allah Azze ve Celle’nin artık yeryüzünde imam kılmak istediği ve bunun için Musa Aleyhis Selam’ın doğuşu gibi doğmuş olan bir nesildir. “Biz ise, yeryüzünde güçten düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve mirasçılar kılmak istiyoruz. Ve onları yeryüzünde ‘iktidar sahibi’ olarak yerleşik kılalım, Firavun’a, Haman’a ve askerlerine, onlardan sakındıkları şeyi gösterelim. Musa’nın annesine O’nu emzir... diye vahyettik.”(3)

Öncü nesil; halkının önünde gidecek ve söylenmeyen ya da söylenemeyenleri söyleyecek olan nesildir.

Öncü nesil; geminin tabanını delmek isteyenlere dur diyecek olan nesildir.

Öncü nesil; Zeyd b. Harise’nin Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e atılan taşlara kendini siper etmesi gibi, İslam’a yapılan saldırılara karşı kendini siper edecek olan nesildir.

Öncü nesil; sadece yaratıcı bir Allah Azze ve Celle’ye değil, hem yaratan hem kanun koyan bir Allah Azze ve Celle’ye iman eder. “Haberiniz olsun yaratmak da, emretmek de yalnızca Allah’a aittir.”(4)

Sadece öğüt verici bir peygambere değil, aynı zamanda devlet idare eden bir peygambere iman eder. “Şüphesiz Biz sana kitabı hak olarak indirdik ki; insanlar arasında Allah’ın sana gösterdiği şekilde hükmedesin.”(5)

Sadece ibadet ve ahlakı öğreten bir kitaba değil, aynı zamanda hayatla ilgili kanunlar ve medeniyetin esaslarını koyan bir kitaba iman eder.

Öncü nesil; Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in “İslam garip başladı, yine başladığı hale döner (yani yeniden başlar)” (6) buyurarak çıkacağını haber verdiği nesildir. Üç asır evvel güneşimiz batmaya başlamış ve her gün daha kararmıştı. Elli-altmış yıl evvel bir fecir görülmüş sonra kâzip olduğu anlaşılmışsa da her fecr-i kâzib bir fecr-i sâdıkın habercisidir. Çünkü her fecr-i kâzibten sonra, fecr-i sâdık gelir. O halde zaten alametleri görülmeye başlanmış olan fecr-i sâdık, inşaallah uzak değildir. Zaten Amerika’nın büyük Ortadoğu Projesinin bir sebebi de; kendisi için leyletü’s- sâdıka’yı (hakikî karanlık dönem), İslam âlemi için de fecr-i sâdık’ı (gerçek uyanış ve diriliş) görmeye başlamış olmasıdır.

Öncü nesil; Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in “Ümmetimin misali yağmur gibidir. Başı mı hayırlıdır yoksa sonu mu bilinmez.”(7) Buyurarak rahmete benzettiği ve ileride ümmetinin içinden geleceğini bildirdiği rahmet neslidir.

Her insanın ve her neslin bir vazifesi vardır. Bu neslin vazifesi; ne İmam-ı Âzam olmak, ne de Abdulkadir Geylani olmaktır. Bu nesil, sahabe neslinin vazifesi olan Kelime-i Tevhîd’i dünyaya hâkim kılmak ve İslam medeniyeti kurmakla vazifelidir. “Fitne kalmayıncaya ve dinin hepsi Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Şayet vazgeçecek olurlarsa, şüphesiz Allah, yaptıklarını görendir.”(8)

Öncü nesil; gayesi Allah Azze ve Celle’nin rızası, hedefi İslam medeniyeti, hareket metodu Rabbanî ve bağlılık duygusu aşk seviyesinde olan dava erleridir. Bu neslin ayak seslerini duymayı bize nasip ettiği için, bir ömür boyu Allah Azze ve Celle’ye hamd etme makamındayız.(9)

1-            Leyl 12
2-            Bediüzzaman Said Nursi, İçtimâi Reçeteler
3-            Kasas 5-7
4-            A’raf 54
5-            Nisa 105
6-            Sahihu’l-Müslim 232, 251
7-            Tirmizî, Emsâl:6, No:2869, 5/152
8-            Enfal 39
9-https://www.furkannesli.net/yazilar/beklenen-nesil-oncu-nesil

Fotoğraf için bk. https://i1.wp.com/dilhane.net/wp-content/uploads/2018/03/loneliness-2980011_1280.jpg?w=1280&ssl=1

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir küfür kumkuması olarak Kur’aniyyun

Bismillahirrahmanirrahim… Ehl-i Sünnet’in, kökü ilk ve orta asırlarda aranabilecek çağdaş tefsir akımlarından biri de Kur’aniyyun veya Ehl-i Kur’an cereyanıdır. Bu akım din içi ve dışı görüşlerden etkilenerek dini öğrenmede Kur’an’ın yeteceğini savunup Sünnetin rolünü inkâr ederek yayılmıştır. [1] Hicrî ikinci yüzyılın sonlarında halifelerin siyasi hareketinden sonra mevcut metinlerin en eskisinde, yani Şafiî’nin  Kitabu’l-Ümm ‘ünde “Babu Hikayeti Kavli’t-Taifeti’l-leti Reddeti’l-Ahbaru Küllüha” başlıklı bir bab açılmıştır. (Şafiî, 7/28). Şafiî Sünnet’i inkar eden kesimden kimi kastettiğini net olarak belirtmediğinden onun muradını tayin etmek araştırmacıların ele aldığı konu olmuştur. Bazıları bu kesimin Basra Mutezilesinden bir grup olduğunu öne sürmüş (Hadarî, 185; Sebaî, 148), kimisi o asırdaki Haricilerden bir grup olarak göstermiş (İlahîbahş, 95; A’zamî, 1/23), bazısı da, Şiiler Sünnet’i ve Nebi’nin (s.a.a) paha biçilmez mirasını korumaya kendini adamasına rağmen (İbn Sa’d, 4/2

Bel fıtığı nedenleri nelerdir? Bel ağrısı neden olur?

   Bel fıtığı nedenleri nelerdir? Bel ağrısı neden olur? Bel fıtığı , bel bölgesindeki disklerin sıkışması, yırtılması veya çıkması sonucu ortaya çıkan bir durumdur. Bu rahatsızlık, bel bölgesinde ağrı, uyuşma, karıncalanma, güçsüzlük veya kasılma hissi gibi belirtilerle kendini gösterir.  Peki, bel fıtığı neden olur? Yaşlanma: İlerleyen yaş, fıtığa neden olan birincil faktördür. Yaşlandıkça, bel bölgesindeki diskler sertleşir, kuru hale gelir ve daralır. Disklerin bu durumu, disklerin yırtılması veya sıkışması ile sonuçlanabilir. Zedelenme: Bel bölgesindeki diskler, çeşitli nedenlerle zedelenebilir. Bunlar arasında düşme, kaza veya spor yaralanmaları yer alır. Bu tür zedelenmeler, disklerin sıkışmasına, yırtılmasına veya çıkmasına neden olabilir. Kötü Duruş: Kötü duruş, bel bölgesindeki disklerin zayıflamasına ve yıpranmasına neden olabilir. Bu durum, uzun süreli oturma veya ayakta durma gibi hareketsizliklerden kaynaklanabilir. Aynı zamanda, bel bölgesindeki aşırı esneme veya bükülm

Kemalizm'in fikir mimarı olarak Tekinalp yahut Bay Kohen

Moiz Kohen "Osmanlı denen şey, Türk'ü nesiller boyu köleleştiren bir hâkimiyettir...  1920'lerin sonundan 30'ların ortalarına doğru Kemalizm'i bir dünya görüşü olarak benimseyen, Türkçülük ideolojisine inanan ve o günlerin "disiplin, terbiye ve şef söylemleri” ile barışık bir aktör dikkatimizi çeker: Selanik doğumlu, avukat ve muharrir Munis Tekinalp. Bir Osmanlı Yahudi'si olarak 1883'te Serez'de doğmuş, 1961 'de Fransa'nın Nice şehrinde ölmüş Tekinalp'in asıl adı Moiz Kohen olup, Cumhuriyet döneminde Munis Tekinalp adını kullanmıştır. Tekinalp, 1908'de İttihat ve Terakki üyesi, 1909'da Hamburg'da Dünya Siyonist Kongresi'nde Selanik delegesi, Türkleştirme (1928), Kemalizm (1936) ve Türk Ruhu (1944) kitaplarının yazarıdır. Tekinalp hakkında 1984 tarihli M. Landau'nun bir kitabı ve Liz Behmoaras'ın 2005 yılında yazdığı biyografik bir romanı bulunmaktadır. Bunun dlşında hakkında yazılmış makale ve eserler oldukça

Kur’aniyyun’un Kur’an’ı Anlama ve Tefsir Etmede Sürüklendiği Temeller

  Kur’aniyyun ve kollarının kendi içindeki görüş ayrılıklarına rağmen eserleri ve görüşleri incelendiğinde görülecektir ki, bu akımın Kur’an’ı anlama ve tefsir etmede kullandığı vazedilmiş prensip ve ilkeler şunlardır: Kur’an’daki hakikatlerin tafsilatlı kapsayıcılığı, Kur’an’ı anlamanın mümkün olması ve üzerinde düşünme ve akletmeye izin verilmesi sayesinde dinî ahkam ve öğretilerde belirsizlik bulunduğunu red, Kur’an’dan dinî öğretileri anlamada Sünnet’in rolünü inkâr. Bu prensipleri özetleyerek tahlil ve tahkik edeceğiz. 1. Kur’an’daki Hakikatlerin Tafsilatlı Kapsayıcılığı Bu akım, Kur’an’ın dinî tüm ihtiyaçların ayrıntılarını ve açıklamalarını içerdiğine ve esas itibariyle Sünnet’e ihtiyaç bulunmadığına inanmaktadır. (İlahîbahş, 107; İbn Kırnas, 4). Örnek vermek gerekirse, Abdullah Cekralevi,  Burhanu’l-Furkan alâ Salati’l-Kur’an  kitabında beş vakit namazın detaylarını Kur’an’dan çıkarılabileceğini ispatl

Âsilerin Çocuğu Tanzimat

M. Akif İnan Beyefendi   Tanzimat’tan Önce Genel Durum ve Yenileşme Hareketi 15. Yüzyılın ikinci yarısında dünyanın en büyük ve güçlü devleti durumuna gelen Osmanlı İmparatorluğu, tarihinde en geniş sınırlara 1592’de ulaşmıştı. III. Murat’ın devrine rastlayan bu büyük gelişme dönemimizde önem sırasına göre bizden sonra gelen öteki büyük devletler: İran, Hindistan, Çin, İspanya, Almanya, Fransa, İngiltere, Türkistan, Güney Hindistan, Venedik ve Rusya’dır. 20 milyon kilometre kareye varan Osmanlı topraklarında, yaklaşık olarak 100 milyon insan yaşamaktadır. 13 milyon kadarı Türk olan bu nüfusun resmi eğitimi ve dili Türkçedir. Devlet yöneticilerinin çoğu deha çapında kişilerdir. Çağının kültür ve sanatını Osmanlı İmparatorluğu temsil etmektedir.  Edebiyatımız, yerli yerine oturmuş bir durum gösterir. Divan şiiri, kılı kırk estetiğiyle mücerredin en çarpıcı örneklerini vermiş; mimari, yakaladığı sonsuzluğu mekânda anıtlaştırmıştır.  Kısaca, 17. yüzyıla kadar bütün sanatlar, İmparatorluğun

Patrik Gregoryosun Rus Çarı Aleksandra yazdığı mektub

  Osmânlı devletinde Rus sefîr i olarak uzun seneler çalışan İg natiyef, hâtıraların­da, sultân ikinci Mahmûd hân zemânında. Fener Patrikhanesinin kapısında asılan, 1237 [m. 1821] Rum isyânının baş planlayıcısı, Patrik Gregoryosun Rus Çarı Aleksandra yazdığı mektubu açıklamakdadır.Mektûb ibret vericidir: Türkleri maddeten ezmek ve yıkmak gayr-i mümkindir. Çünki Türkler,müs limân oldukları için çok sab ı rlı ve mukavemetli insanlardır.Gayet mağrûrdurlar ve izzet-i imân sâhibidirler. Bu hasletleri, dinlerine bağlılıklarından, k adere rızâ göstermelerinden,an anelerinin kuvvetinden,pâdişâhlarına[devlet adamlarına,kumandanlarına, büyüklerine] olan itâ'at duygularından gelmekdedir. T ürkler zekîdirler ve kendilerini müsbet yolda sevk-u idârc edecek reislere sâ hib oldukları müddetçe de çalışkandırlar.Gâyet kana atkardırlar.Onların bütün meziyyetleri,hattâ kahramanlık  ve şecâ’at duyguları da an’anelerine olan merbû tiyyetlerinden (bağlılıklarından), ahlâklarının salâbetinden gelmekded

arzuhâl / عَرْضُحَالْ…

  MUKADDİME Bismillahirrahmanirrahim… Hamd kendi yolunda kalem ve kelamıyla bizleri mücadeleye memur kılan Allaha; Salat-ü selam bu aziz mücahede ve mücadelenin ne idüğünü, nedenliğini ve nasıllığını genelde ümmetin özelde ise öncü neslin akıl ve ruhuna irad ile tebliğ eden Rasulullah’a; muhabbet ise ahir zamanın şirk menşeili hezeyanına iman ve ihlas ile muhalefet eden, bütün hayat standartlarını bu muhalefete endeksleyen ve bu muhalefeti ayakta kalabilmek için tek müsebbib addeden kardeşlerimin üzerine olsun.   Hepimizce malumdur ki ümmetimiz emperyalizma ve komunizma kılıfı altında en azından 200 yıldır sömürülmektedir. Tabi bu nicelik ifade mevzuuya sathi ve sığ perspektiften bakanlar için böyledir. Yoksa insanlık Adem aleyhisselamdan beri şirk ile sömürülmüştür zaten. Biz bize inen İslam tarihinde ki sömürülmenin vaki olduğu hadisatı şerh ve neşr etsek yeterli miktarda kağıt ve mürekkep bulmakta zorlanırız . Ki "kim, kimleri, kimlerle, nasıl, neden, nerede maddi ve ma