Ana içeriğe atla

Bir küfür kumkuması olarak Kur’aniyyun

Bismillahirrahmanirrahim…

Ehl-i Sünnet’in, kökü ilk ve orta asırlarda aranabilecek çağdaş tefsir akımlarından biri de Kur’aniyyun veya Ehl-i Kur’an cereyanıdır. Bu akım din içi ve dışı görüşlerden etkilenerek dini öğrenmede Kur’an’ın yeteceğini savunup Sünnetin rolünü inkâr ederek yayılmıştır.[1]

Hicrî ikinci yüzyılın sonlarında halifelerin siyasi hareketinden sonra mevcut metinlerin en eskisinde, yani Şafiî’nin Kitabu’l-Ümm‘ünde “Babu Hikayeti Kavli’t-Taifeti’l-leti Reddeti’l-Ahbaru Küllüha” başlıklı bir bab açılmıştır. (Şafiî, 7/28). Şafiî Sünnet’i inkar eden kesimden kimi kastettiğini net olarak belirtmediğinden onun muradını tayin etmek araştırmacıların ele aldığı konu olmuştur. Bazıları bu kesimin Basra Mutezilesinden bir grup olduğunu öne sürmüş (Hadarî, 185; Sebaî, 148), kimisi o asırdaki Haricilerden bir grup olarak göstermiş (İlahîbahş, 95; A’zamî, 1/23), bazısı da, Şiiler Sünnet’i ve Nebi’nin (s.a.a) paha biçilmez mirasını korumaya kendini adamasına rağmen (İbn Sa’d, 4/229; Tusî, 76-87) onları Şia’ya benzeyen kimseler olarak tarif etmiştir. (İlahîbahş, 8; A’zamî, 1/269).[2]

İbn Kuteybe’nin Te’vilu Muhtelifi’l-Hadis kitabında bazı ehl-i rey kelamcıların, Kur’an’a dayanarak ve Sünnet’in izahatını yok sayarak Kur’an’da sadece etinin haram olduğundan bahsedildiği gerekçesiyle domuzun derisi ve yağının helal sayılması yönünde beyan ettikleri görüşler hakkındaki değerlendirmesinden (İbn Kuteybe, 59) sonra orta dönemlere kadar Ehl-i Sünnet’in kaynaklarında bu yaklaşımdan hiç söz edilmemiştir….[3]

…Orta dönemlerden sonra hicrî onüçüncü yüzyılda Ehl-i Sünnet’in bu cereyanı, örgütlü ve disiplinli bir akım olarak Hind alt kıtası, Mısır, Suriye, Libya, Sudan ve başka bazı İslam ülkelerinde baş gösterdi. Araştırmacıların bu düşüncenin ortaya çıkış kaynağı ve sebepleri ile başladığı bölgeye ilişkin farklı anlatımları vardır. Mevdudî bu nazariyenin doğduğu yeri Irak kabul eder. (Hakim, 76). Hadim-i Hüseyin İlahîbahş ise Mısır olduğunu savunur. (İlahîbahş, 112). Bir kesim de bu iki teorinin de isabetsiz olduğuna inanmaktadır. Onlara göre ilkin Hind alt kıtasında gündeme gelmiştir ve Seyyid Ahmed Han Hindî onu ortaya atan ilk kişidir. (Mehrizî, 2/16; Es’adî ve arkadaşları, 1/373; Ağayî, 3; Hüseynî, 4; Hubbullah, 512; Şair, 18-22). 1906’da Cekralevi’nin ilk kitabının yayınlanmasıyla eşzamanlı olarak Muhammed Tevfik Sıdkî de el-Menar‘da “el-İslam hüve’l-Kur’anu Vahide” makalesini yayınlayarak ilk defa Hind alt kıtasındaki Ehl-i Kur’an’ın görüşlerine benzer fikirler ortaya koydular.[4]

Fikri planda bu teşebbüsler Kuran müslümanlığı tehlikesinin çok erken dönemler de dahi  tenebbüt ve teşekkül ettiğini izhar etmesi cihetinden mühimdir.

Diğer tarafdan "Hind alt kıtasında Sir Seyyid Ahmed Han Hindî, Çerağ Ali, Abdullah Cekralevi, Ahmeduddin Emretserrî, Hafız Eslem Ceracpurî, Gulam Ahmed Perviz, Arap ülkelerinde İhab Hassan Abduh, Ahmed Subh Mansur, Reşad Halife, Muhammed Şahrur b. Dib, Malezya’da Kasım Ahmed Kur’aniyyun’un çağdaş dönemdeki teorisyenleri arasında sayılabilir."[5]

Bu teorisyenlerden en mühimi Sir Seyyid Ahmed Han’ın fikirlerinden istifade ederek sünnetin reddini dünyevi ambalajlarla Kur’âniyyûn paketinde servis eden Abdullah Çekrâlevî’dir.

 “İslâm dünyâsında “ehl-i Kur’ân” ve “Kur’âniyyûn” olarak bilinen bu ekôl, XIX. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkmıştır. Sünneti “tamâmen” reddederek sâdece Kur’ân’ı benimseme anlayışı ilk defâ II.< Hicrî birinci yüzyılda dini öğrenmede Sünnet’in rolünü yok sayarak veya onu sınırlandırarak “Kur’an yeter” diyen ve Sünnet’e önem vermeyip ona tereddütle bakan görüşün bazı alametlerinin ortaya çıktığına ilişkin şahitler rivayet edilmiştir.[6]*[7]>(VIII.)[8] yüzyılda tartışma konusu olmuş ve günümüze kadar varlığını sürdürmüştür. Mevdûdî, Hindistan’da Seyyid Ahmed Han ve Çerağ Ali ile yeniden hayat bulan ve Çekrâlevî, Ahmedüddin Amritsarî, Mu hammed Eşlem Cerâcpûrî ve Gulâm Ahmed Pervîz tarafından devâm ettirilen bu düşünceyi, “müslümanların batı felsefesi ve kültürü ile karşılaşmasının ve bunlar karşısındaki yenilmişliğin psikolojik bir sonucu” olarak görür.[9]

Sözü edilen düşünce, bir cemaat kimliğiyle 1902 yılında Abdullah Çekrâlevî tarafından “ehlü’z-zikr ve’l-Kur’ân” adıyla Lahor’da ortaya çıkarılmıştır. Asıl adı Gulâm Nebî olan ve 1899’da adının başına Abdullah’ı ekleyen Çekrâlevî, hayâtının büyük bir kısmını ehl-i hadîsten biri olarak geçirmişken XIX. Yüzyılın sonlarında bu hareket ten kopmuş ve katı bir hadis muhâlifi olmuştur. Onun ve aynı dönemde yaşayan birçok ilim-adamının bu değişiminde Hint alt kıtasına has dinî-fikrî hareketliliğin etkisi vardır. Büyük Britanya Krallığı’nın önce fiîlen, 1857’den sonra aynı-zamanda resmen etki alanına giren bölgeye gön derilen batı’lı misyoner, ilim ve siyâset adamları; Kur’ân, hadis, fıkıh ve İslâm tâ rihi husûsunda tartışma konuları açmış lar, yenilmişlik psikolojisi içerisinde bulu nan bâzı müslüman ilim-adamları da bu yenilgilerinin temel sebeplerinden birinin ilerleme ve gelişmeye engel teşkil eden din anlayışı olduğunu düşünmüşlerdir. Bu din anlayışını besleyen asıl kaynak da on lara göre hadislerdir. Bölgede XVII. yüz yıldan îtibâren din-adamları ile sık-sık mü nâzaralar yapan misyonerler ve hâkimi yet yıllarında burada eğitim, bilim ve si yâset adamı olarak bulunan Sir William Muir, Aloys Sprenger, Josef Horovitz, Sir Thomas Walker Arnold, Arthur Stanley Tritton ve Otto Spies gibi şarkiyatçılar bu değişimin hızlanmasında etkili olmuşlar dır. Batı’da hüküm süren pozitivizm ve natürâlizmin de bu değişimde rôlü olduğunu kabûl etmek gerekir”[10]

Kur’ân’cılık en başta, Kur’ân’ın, Ahzâb Sûresi 21. âyette<İçinizden Allah’ın lutfuna ve âhiret gününe umut bağlayanlar, Allah’ı çokça ananlar için hiç şüphe yok ki, Resûlullah’ta güzel bir örneklik vardır.> “güzel örneklik” dediği, literatürde “sünnet” olarak bilinen, Peygamberimiz’in ve sahabenin Kur’ânmerkezli olarak 23 yılda yaptıklarını tümden yok saydıktan sonra, doğrusunuyanlışını ayırmadan 1.400 yıllık İslâm târihini ve âlimlerin-yazarların 1.400 yıl boyunca yazdıklarını bir çırpıda, “sâdece Kur’ân” söylemi ve “biz Kur’ân’dan başka kaynak tanımayız” sözüyle tümden yok sayarak, -sözde- “sâdece Kur’ân’a uymak” olarak târif edilen modern bir akımdır. Aslında yapılan şey, “müslümanım” denmesine rağmen İslâm adına hiç-bir şey yapmamak ve vahyin hiç-bir hükmüne uymamanın getirdiği vicdânın rahatsızlığını, “bâri Kur’ân’a uyayım, ne de olsa onu tam da hayâtıma göre yorumlayabiliyorum” diye düşünmek ve güyâ vicdânı rahatlatmaktır.

Kur’ân’cılar Kur’ân’ı, başta Peygamberimiz’in Kur’ân-merkezli yaptığı, örnek düşünce, söylem ve amel-eylemi olmak üzere, 1.400 yıllık İslâm târihi ile bağdaştıramamalarına rağmen; sıra modern düşünce, fikir, ideoloji ve kültüre gelince, Kur’ân’ı moderniteyle tamı-tamına ve eksiksiz olarak bağdaştırabiliyorlar. Kur’ân’ı Peygamber-merkezli okumadıkları ve bunu inkâr ettikleri için, modernizm-merkezli olarak okuyorlar ve vahyi tam da kendi modern hayatlarına göre yorumlayabiliyorlar ve vicdanlarını baskılamış oluyorlar. 1400 yıllık İslâm târihinin her noktasını Kur’ân’a aykırı bulurlarken, modernizmin hiç-bir söylemini ve eylemini vahye aykırı bulmuyorlar. Daha doğrusu bulmak istemiyorlar. Oysa modernizm sapık bir hayat-tarzıdır ki, tertemiz olan Kur’ân’ın modernizm ile bağdaştırılabilmesi imkânsızdır.

Kur’ân’cılık ve Kur’ân’cılar en çok da Ahzâb Sûresi’nin 21. âyetinde, “güzel örneklik” denen ve literatürde “sünnet” olarak bilinen amel-eylem metoduna karşı çıkarlar ve sünnetin uydurma rivâyetlerle aynı olduğunu zannederler. Sünnetin modernizme mutlakâ aykırı olmasından ve Kur’ân’cıların yaşamları da vahye göre değil de tam da modernizme uygun olduğundan dolayı, “modern/seküler hayat-tarzını yıkma pratiği” olan sünneti mecbûren inkâr ederler. Oysa sünnet olmadığında Kur’ân, aynen modernlerin yaptıkları gibi, sâdece zihinlerin ve kâlplerin bir nesnesi olarak zihinlere ve kâlplere hapsedilecektir. Hâlbuki Kur’ân “bilgi ve bilincin kaynağı” iken, sünnet de “amel ve eylemin kaynağı”dır.[11]

Graham Fuller’den nakledeceğimiz bir metinden evvel metnin müellifi hakkında malumat verelim. Böylelikle ifade ettiği fikri müşahhas bir diyalektik zemininde tefekkür edebiliriz.
Graham E. Fuller Amerikan RAND Corporation düşünce kuruluşunun daimi politik danışmanı, ABD Merkezi Haberlama Teşkilatı'nın (CIA) Milli Haberlama Konseyi (İngilizce:National Intelligence Council) eski başkan yardımcısı, yazar, Amerikalı devlet görevlisi.
20 yıllık dışişleri görevlerinin 17 senesini Almanya, Türkiye, Lübnan, Suudi Arabistan, Kuzey Yemen, Afganistan, Hong Kong gibi ülkelerde hizmet ederek geçirdi. 1982 yılında Yakın Doğu ve Güney Asya'dan sorumlu CIA'nın Milli Haberalma görevine atandı. 1986 yılında ulusal seviyede stratejik tahminler umumi sorumlusu olarak CIA Milli Haberalma Konseyi başkan yardımcılığına getirildi.
1988 yılında doğrudan devlet ile çalışmalarını sonlandıran Fuller, RAND Şirketine esas olarak Orta Doğu, Orta Asya, Güney ve Güneydoğu Asya ve Sovyetler Birliği etnik problemleri ile ilgili çalışmalar yapmak göreviyle katıldı.

Fuller, Fethullah Gülen’in ABD’deki Yeşil Kart başvuru sürecinde Gülen’in Amerika için bir güvenlik tehdidi veya radikal bir unsur olduğuna inanmadığını anlatan bir mektup teminat/kefalet mektubu vererek Gülen’in ABD de kalmasını sağlayan kişilerin arasındadır.[1][2] 
Ayriyeten  muhtevası itibarıyla önem arz eden şu vazifelerde de bulunmuştur
·RAND şirketinde 1991 yılında Filistin İntifada hareketinin etkileri ile ilgi çalışma.
·Türkiye, Sudan, Afganistan, Pakistan ve Cezayir'deki İslami Köktendincilik ile ilgili bir dizi çalışma.
·Irak'ta kalımlılık çalışması.
·SSCB'nin çöküşünün ardından "Orta Asya'da Yeni Jeopolitik" (İngilizce:New Geopolitics of Central Asia) çalışması.
·İslamın demokratikleşmesi ve problemleri çalışması.[12]

Graham Fuller, söylediği sözle, Kur’ân’cılığı şu şekilde tanımlamak ister gibidir: “Benim onlara vaâd ettiğim Kur’ân, Muhammed’e inen kitap değil. Ben onları, benim anlattığım dîne çağırıyorum; onların âyetleriyle, ama benim yorumlarımla..!” (Graham Fuller / CIA / ABD). Sünnetsiz İslâm Hamlesi CIA tarafından yürütülen bir siyonist ABD hamlesidir. Kur’âniyyun-Kur’ân’cılık “Muhammedun Resûlullah’a gerek yok!” demektir ki, bunun Türkiye’deki temsilciliğini yapanlardan biri de Fethullah Gülen’dir. “Dinler arası diyalog” yalakalığı ile Peygamber’i İslâm’dan çıkarmak amacı güdülmüştür. Süleyman Küçük şunları söyler:
“En başta söylenecek söz şudur: Kur’ân’cılık akımı bir çeşit ‘nübüvveti inkâr projesi’dir. Çünkü bugün geldiği nokta îtibâriyle Kur’ân’ın tek kaynak olduğunu, açık-seçik olan Kur’ân âyetlerinden farklı bir şekilde ifâde eden ve Resûlullah’ın sahih hadislerini ve temiz sünnetini, dînî anlamada ve yaşamada kaynak kabûl edenlerin de câhil, fâsık, sapık, müşrik hattâ bâzen de kâfir olduklarını söyleyen Kur’an’cılık mezhebi, İslâm’ı içten yıkmak amaçlı bir nübüvveti inkâr projesidir. Kur’ân’cılık mezhebi mensupları, Kur’ân âyetinde açık bir şekilde yer alan ‘resûlehu’ ifâdesini yok sayarak, hattâ neredeyse red ederek, âyette geçen ‘resûl’ ifâdesi için, ‘Hz. Muhammed (sav) ile Kur’ân birdir ve âyette geçen Peygamber’e itaatten kasıt Kur’ân’a itaattir’ diyebilmektedirler. İslâm milletinin 1.400 yıllık birikimi ile oluşturulan kaynakları tümden reddetmek sûretiyle kendilerine sınırsız yorum özgürlüğü elde eden bu kişiler, böylece kendilerine Kur’ân üzerinde belirleyici bir konum elde etmek sûretiyle seküler modern aklı Resûlullah yerine ikâme ederek, Kur’ân’ı ve Resûlullah’ı da bir nûr ve hidâyet rehberi olmaktan çıkararak, haklarında hemen herkesin dilediği gibi söz söyleyebildiği kişi ve sıradan bir metin hâline dönüştürmek istemektedirler”.
Sünneti, hadisi, asr-ı saadet sürecini ve 1.400 yıllık İslâm târihini “tümden” reddedenlerin, bir zaman sonra âyetleri de reddetmeye başladıklarını görürüz. Bu bağlamda 19’cuların Tevbe Sûresi’nin son iki âyetini inkâr etmeleri buna örnektir.

Sahabenin Peygamber’e; “biz Kur’ân’dan başkasını tanımayız ve Kur’ân’dan başkasına (yâni sana) uymayız” dediğini bir düşünsenize. Tabî ki böyle bir şey mümkün değildir. Şu âyeti çiğnemeden bunu söylemeleri mümkün değildir:
 “Ey îman edenler!, Allah’a ve Resûlü’ne itaat edin. Siz de işitiyorken, ondan yüz çevirmeyin. Ve: ‘Biz işittik’ dedikleri hâlde, gerçekte işitmeyenler gibi olmayın” (Enfâl 20-21).
Günümüzde lâik-seküler-demokratik sistem, modern bir akım olan “Kur’ân’cılık” yada diğer adıyla “Kur’âniyyun” ile korunuyor. Kur’ân’cılık, Kur’ân’ı, Hz. Muhammed’den kurtararak(!) korumaya kalkıyor.
Kur’ân’cılık, (hâşâ) Hz. Muhammed’i “adam” yerine bile koymamak demektir. Bu nedenle “Kur’ân’cılık”ı, bir zaman sonra hüsranla sonuçlanacak “modern bir furya” olarak târif etmek yanlış olmaz.[13]
Kur’âniyyûn mezhebinin şirk esaslı muhtevasının idrak ve ifşası namına “Kur’an’ı Anlama ve Tefsir Etmede Sürüklendiği Temeller’i”  mufassal mahiyette olmasından mütevellit ilerleyen zamanda neşr edeceğiz…
Selametle…



[1][2][3][4][5]https://www.misbahdergisi.com/kuraniyyunun-kurani-anlamadaki-temellerinin-ve-metotlarinin-incelemesi.

[6] Kureyş’in, Peygamber’in (s.a.a) hadislerini yazdığı için Abdullah b. Amr b. As’a karşı çıkması (Hatib Bağdadî, Takyidu’l-İlm, 80), Erike hadisinde sahabenin Peygamber’in (s.a.a) Sünnetine muhalefet edeceğinin öngörüldüğü hakkında Ehl-i Sünnet’in rivayeti (Hakim Nişaburî, 1/191; Sicistanî, 4/200), Buharî’nin, Allah Rasülü’nün rıhletine çok az kala hadis yazımına karşı çıkıldığına ve ikinci halifenin bu muhalefeti teşvik ettiğine ilişkin rivayeti (“إن النبي قد غلب عليه الوجع وعندكم القرآن حسبنا كتاب الله” Buharî, 1/54; İbn Hanbel, 1/355; İbn Ebi’l-Hadid, 6/51)

[7] https://www.misbahdergisi.com/kuraniyyunun-kurani-anlamadaki-temellerinin-ve-metotlarinin-incelemesi/

[8] Sekizinci yüzyılda Şatıbî’nin Muvafakat‘ında Sünnet’in itibarının reddedildiği veya bunda tereddüt edildiği düşüncesinin onun döneminde de mevcut bulunduğunu gösteren bir cümle yer almıştır. Gerçi Şatıbî safını Sünnet’i inkar edenlerden ayırmaya ve sözünün meşhur prensibe dönük olduğunu ortaya koymaya çalışmıştır. Şöyle yazar: “Kur’an’la yetinmek, Sünnet’in sınırı dışına çıkmış liyakat sahibi olmayan bir grubun görüşüdür. Çünkü senin de fikrini oturttuğun bir şeye dayandılar. O da Kur’an’ın herşeyi beyan ettiğidir. Bu nedenle Sünnet’in ahkamını bir kenara attılar. Bu da onları cumhur Müslümanlarla birlikte hareket etmekten ayrı düşürdü ve Kur’an’ı Allah’ın indirdiğine aykırı tevil etmelerine yol açtı.” (Şatıbî, 679).

[9](Sünnet ki Âʾinî Ḥays̱iyyet, s. 16-17).

[10] ABDULHAMİT BİRIŞIK, "KUR’ÂNİYYÛN", TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/kuraniyyun (03.12.2020).

[11] http://www.iktibascizgisi.com/kurancilik-kuraniyyun/

[12] https://tr.wikipedia.org/wiki/Graham_Fuller

[13] http://www.iktibascizgisi.com/kurancilik-kuraniyyun/

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bel fıtığı nedenleri nelerdir? Bel ağrısı neden olur?

   Bel fıtığı nedenleri nelerdir? Bel ağrısı neden olur? Bel fıtığı , bel bölgesindeki disklerin sıkışması, yırtılması veya çıkması sonucu ortaya çıkan bir durumdur. Bu rahatsızlık, bel bölgesinde ağrı, uyuşma, karıncalanma, güçsüzlük veya kasılma hissi gibi belirtilerle kendini gösterir.  Peki, bel fıtığı neden olur? Yaşlanma: İlerleyen yaş, fıtığa neden olan birincil faktördür. Yaşlandıkça, bel bölgesindeki diskler sertleşir, kuru hale gelir ve daralır. Disklerin bu durumu, disklerin yırtılması veya sıkışması ile sonuçlanabilir. Zedelenme: Bel bölgesindeki diskler, çeşitli nedenlerle zedelenebilir. Bunlar arasında düşme, kaza veya spor yaralanmaları yer alır. Bu tür zedelenmeler, disklerin sıkışmasına, yırtılmasına veya çıkmasına neden olabilir. Kötü Duruş: Kötü duruş, bel bölgesindeki disklerin zayıflamasına ve yıpranmasına neden olabilir. Bu durum, uzun süreli oturma veya ayakta durma gibi hareketsizliklerden kaynaklanabilir. Aynı zamanda, bel bölgesindeki aşırı esneme veya bükülm

Kemalizm'in fikir mimarı olarak Tekinalp yahut Bay Kohen

Moiz Kohen "Osmanlı denen şey, Türk'ü nesiller boyu köleleştiren bir hâkimiyettir...  1920'lerin sonundan 30'ların ortalarına doğru Kemalizm'i bir dünya görüşü olarak benimseyen, Türkçülük ideolojisine inanan ve o günlerin "disiplin, terbiye ve şef söylemleri” ile barışık bir aktör dikkatimizi çeker: Selanik doğumlu, avukat ve muharrir Munis Tekinalp. Bir Osmanlı Yahudi'si olarak 1883'te Serez'de doğmuş, 1961 'de Fransa'nın Nice şehrinde ölmüş Tekinalp'in asıl adı Moiz Kohen olup, Cumhuriyet döneminde Munis Tekinalp adını kullanmıştır. Tekinalp, 1908'de İttihat ve Terakki üyesi, 1909'da Hamburg'da Dünya Siyonist Kongresi'nde Selanik delegesi, Türkleştirme (1928), Kemalizm (1936) ve Türk Ruhu (1944) kitaplarının yazarıdır. Tekinalp hakkında 1984 tarihli M. Landau'nun bir kitabı ve Liz Behmoaras'ın 2005 yılında yazdığı biyografik bir romanı bulunmaktadır. Bunun dlşında hakkında yazılmış makale ve eserler oldukça

Kur’aniyyun’un Kur’an’ı Anlama ve Tefsir Etmede Sürüklendiği Temeller

  Kur’aniyyun ve kollarının kendi içindeki görüş ayrılıklarına rağmen eserleri ve görüşleri incelendiğinde görülecektir ki, bu akımın Kur’an’ı anlama ve tefsir etmede kullandığı vazedilmiş prensip ve ilkeler şunlardır: Kur’an’daki hakikatlerin tafsilatlı kapsayıcılığı, Kur’an’ı anlamanın mümkün olması ve üzerinde düşünme ve akletmeye izin verilmesi sayesinde dinî ahkam ve öğretilerde belirsizlik bulunduğunu red, Kur’an’dan dinî öğretileri anlamada Sünnet’in rolünü inkâr. Bu prensipleri özetleyerek tahlil ve tahkik edeceğiz. 1. Kur’an’daki Hakikatlerin Tafsilatlı Kapsayıcılığı Bu akım, Kur’an’ın dinî tüm ihtiyaçların ayrıntılarını ve açıklamalarını içerdiğine ve esas itibariyle Sünnet’e ihtiyaç bulunmadığına inanmaktadır. (İlahîbahş, 107; İbn Kırnas, 4). Örnek vermek gerekirse, Abdullah Cekralevi,  Burhanu’l-Furkan alâ Salati’l-Kur’an  kitabında beş vakit namazın detaylarını Kur’an’dan çıkarılabileceğini ispatl

Âsilerin Çocuğu Tanzimat

M. Akif İnan Beyefendi   Tanzimat’tan Önce Genel Durum ve Yenileşme Hareketi 15. Yüzyılın ikinci yarısında dünyanın en büyük ve güçlü devleti durumuna gelen Osmanlı İmparatorluğu, tarihinde en geniş sınırlara 1592’de ulaşmıştı. III. Murat’ın devrine rastlayan bu büyük gelişme dönemimizde önem sırasına göre bizden sonra gelen öteki büyük devletler: İran, Hindistan, Çin, İspanya, Almanya, Fransa, İngiltere, Türkistan, Güney Hindistan, Venedik ve Rusya’dır. 20 milyon kilometre kareye varan Osmanlı topraklarında, yaklaşık olarak 100 milyon insan yaşamaktadır. 13 milyon kadarı Türk olan bu nüfusun resmi eğitimi ve dili Türkçedir. Devlet yöneticilerinin çoğu deha çapında kişilerdir. Çağının kültür ve sanatını Osmanlı İmparatorluğu temsil etmektedir.  Edebiyatımız, yerli yerine oturmuş bir durum gösterir. Divan şiiri, kılı kırk estetiğiyle mücerredin en çarpıcı örneklerini vermiş; mimari, yakaladığı sonsuzluğu mekânda anıtlaştırmıştır.  Kısaca, 17. yüzyıla kadar bütün sanatlar, İmparatorluğun

Patrik Gregoryosun Rus Çarı Aleksandra yazdığı mektub

  Osmânlı devletinde Rus sefîr i olarak uzun seneler çalışan İg natiyef, hâtıraların­da, sultân ikinci Mahmûd hân zemânında. Fener Patrikhanesinin kapısında asılan, 1237 [m. 1821] Rum isyânının baş planlayıcısı, Patrik Gregoryosun Rus Çarı Aleksandra yazdığı mektubu açıklamakdadır.Mektûb ibret vericidir: Türkleri maddeten ezmek ve yıkmak gayr-i mümkindir. Çünki Türkler,müs limân oldukları için çok sab ı rlı ve mukavemetli insanlardır.Gayet mağrûrdurlar ve izzet-i imân sâhibidirler. Bu hasletleri, dinlerine bağlılıklarından, k adere rızâ göstermelerinden,an anelerinin kuvvetinden,pâdişâhlarına[devlet adamlarına,kumandanlarına, büyüklerine] olan itâ'at duygularından gelmekdedir. T ürkler zekîdirler ve kendilerini müsbet yolda sevk-u idârc edecek reislere sâ hib oldukları müddetçe de çalışkandırlar.Gâyet kana atkardırlar.Onların bütün meziyyetleri,hattâ kahramanlık  ve şecâ’at duyguları da an’anelerine olan merbû tiyyetlerinden (bağlılıklarından), ahlâklarının salâbetinden gelmekded

Beklenen nesil!

       Rabbime hamd, O’nun mücadele ve takvada örnek Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e salât-u selam, başta Allah Rasulü ’nün talebeleri, davanın ilkleri olan ashabına ve bu davaya hizmet etmiş ve eden tüm dava kardeşlerime selam ederek başlıyorum. Tarih boyunca peygamberlerle mücadele eden, vahye değil nefsine uyan insanlar Allah Azze ve Celle’den bağımsız olmak ve mutlak özgürlüğe sahip olmak istemiş, sonunda özgür olacağına nefsinin kölesi olmuş ve gayrı medenî ve huzursuz bir toplum meydana getirmişlerdir. Bugün de insanın Allah Azze ve Celle’nin yol göstermesine ihtiyacı olmadığını, aklın ve bilimin insana yeterli olacağını iddia eden batı medeniyetinin, insanı ne hale getirdiği ve bilimin insanı medenî yapamadığı artık açıkça görülmektedir. Batılı insan, insanı tanımadan medeniyet esasları ortaya koymuş ve insanı bozmuştur. Kur’an’ın ifadesiyle " en güzel surette yaratılmış olan insanı"  “aşağılıkların en aşağılığı” haline çevirmiş, huzuru götürmüş, insanı kendin

arzuhâl / عَرْضُحَالْ…

  MUKADDİME Bismillahirrahmanirrahim… Hamd kendi yolunda kalem ve kelamıyla bizleri mücadeleye memur kılan Allaha; Salat-ü selam bu aziz mücahede ve mücadelenin ne idüğünü, nedenliğini ve nasıllığını genelde ümmetin özelde ise öncü neslin akıl ve ruhuna irad ile tebliğ eden Rasulullah’a; muhabbet ise ahir zamanın şirk menşeili hezeyanına iman ve ihlas ile muhalefet eden, bütün hayat standartlarını bu muhalefete endeksleyen ve bu muhalefeti ayakta kalabilmek için tek müsebbib addeden kardeşlerimin üzerine olsun.   Hepimizce malumdur ki ümmetimiz emperyalizma ve komunizma kılıfı altında en azından 200 yıldır sömürülmektedir. Tabi bu nicelik ifade mevzuuya sathi ve sığ perspektiften bakanlar için böyledir. Yoksa insanlık Adem aleyhisselamdan beri şirk ile sömürülmüştür zaten. Biz bize inen İslam tarihinde ki sömürülmenin vaki olduğu hadisatı şerh ve neşr etsek yeterli miktarda kağıt ve mürekkep bulmakta zorlanırız . Ki "kim, kimleri, kimlerle, nasıl, neden, nerede maddi ve ma